Felsefe Nedir?

Alana mensup olmayıp da sıklıkla pek çok kişiden pek çok yerde duyduğunuzu düşündüğüm bu felsefe şeysi nedir ve ne işe yarar, gerçekten çok mu müthiş bir şeydir, mutlaka öğrenmek mi gerekir, size hayatın amacını yahut başka şeye ihtiyacınızın olmayacağı bir bilgeliği falan mı verir bu yazıda onlardan bahsetmek istiyorum.
Dolayısıyla çok keskin şekilde şu ayrımı bir yapmak gerekir: Akademik Felsefe / Öğreti Olarak Felsefe

Burada akademik felsefeyle kasıt, üniversitelerde hocaların oturup odalarında yaptıkları şeydir. Orada akademisyenin konusu neyse onunla uğraşıyor. Örneğin Locke Platon'un duyumla ve dolayısıyla bilgiyle ilgili zihnin etkin oluşu bağlamında yorumlanan bilgi ve duyum teorisiyle ilgili nasıl bir yoruma sahip ve bunu hangi İngilizce terminolojiyle dile getirmiş? Bunun gibi alanın içinde bir sürü sorun var ve aslında felsefe bölümündeki akademisyenlere genel olarak tarihçi demekte bir sakınca yok. Şunu kesinlikle söyleyelim, hiç değilse oturup düşünüp Heidegger falan olmaya çalışmıyorlar. Yani bir felsefe profesörü asla öyle şeyler yapmıyor. Ancak kendi memleketindeki sorun neyse, öncelikle onunla ilgili devletin kurumları için düzenlenen seminer yahut toplantılara katılmak gibi sorumluluğu var. Sonuçta felsefe tarihi bilgisine sahip olmak demek aslında insanların tarih boyunca karşılaştığı sorunlardan acaba günümüze nasıl payeler çıkarabiliriz gibi bir soru da sorabilmek demek. Bunun yanında, yine genel olarak dünyada, spesifik olarak diğer memleketlerde neler olup bittiğine anlam verebilmeniz için dünya tarihini de biliyor olmanız gerekiyor. Yani İspanya'da yahut başka bir ülkede meydana gelen herhangi bir güncel olayın yorumunu yapabilmeniz, anlamlandırabilmeniz için de tarih bilmeniz gerekiyor. Ne kadar bütünlüklü bir tarih bilginiz varsa o kadar tutarlı ve güçlü bir okumaya sahip olursunuz. Felsefe yahut düşünce tarihi de bu büyük dünya tarihinin bir parçası olduğundan akademisyenler bu bağlamda onunla uğraşıyor. Bunun gibi akademik felsefe hakkında bir sürü şey yazılabilir lakin bu paragrafla yalnızca söylemek istediğim, eğer felsefe bölümünde okumuyorsanız ve akademi düşünmüyorsanız, felsefe kesinlikle sizi ilgilendirmiyor ve hiçbir felsefe eseri size hiçbir şey katmaz. Okursanız da anladığınızı zannedersiniz. Ama belki keyifli oluyordur orasını bilemem, seviyorsanız okuyun.

Şimdi gelelim esas bizi ilgilendiren kısma: Felsefenin ikinci bir anlamı var ki bunu daha çok "benim yaşam felsefem" yahut "bu felsefeye göre" gibi cümlelerdeki kullanımlarıyla tecrübe ediyoruz. Buradaki felsefe teriminin kullanımı elbette kesinlikle yanlış. "Yaşam felsefesi" diye bir şey olmaz. Hayata karşı belli bir bakış açınız olabilir ama burada kullanılması gereken terim felsefe kesinlikle değil. Bunu olsa olsa felsefe terimine biçilen havalı olmadan faydalanma çabası olarak yorumlamak gerekir. Oysa yukarda gördünüz pek havalı bir şey yok işte öyle, biz de dümdüz tarihçiyiz. Nitekim insanların felsefe terimini bu şekilde kullanmasında da bir keramet var elbette. Yani bir şey yapmak istiyor insanlar ki artık bu şey kavramsallaştırılmış bile. İnsanların yapmak istediği bu şey hayatlarına bir anlam verme çabası şeklinde söylenebilir. Bu ille bir tanrı ahiret sınav metaforu falan olacak değil. Aristoteles'in söylediği anlamda, bütün insanlar doğal olarak bilmek ister diyorum. Aristoteles bununla şunu kastediyor: İlk defa karşılaştığınız, beklentilerinizle uyuşmayan bir olguya tanık olduğunuzda şaşırırsınız ve onu anlamak istersiniz. "Az önce noldu lan?", "O neydi olum?" gibi tepkiler verirsiniz. Aslında Aristoteles'e göre bizim "bilmek" dediğimiz şeyden önce meydana gelen "merak" duygusu, yani bizi bilinecek nesneye yönelten his bilme arzusuna doğal olarak sahip olduğumuza işaret ediyor. Şimdi arkadaşınızla karşılıklı konuştuğunuzu gözünüzde canlandırın. Arka planda da insanlar yoldan karşıya falan geçiyor işte günlük bir yaşantı canlandırın. İşte o esnada siz arkadaşınıza odaklanmışken, bulanık bir şekilde arka planı da görebiliyorsunuz ve aslında yarım yamalak da farkındasınız, orayla da bir duyusal ve bilişsel ilişkiniz var. Bu esnada işte arka planda beklentinize uygun düşmeyen garip bir olay olursa bir anda dikkatinizin tamamı arkadaşınızdan o şeye kayacaktır. Örneğin koca bir palyaçonun break dans yaptığını düşünün insanlar falan da toplanmış, o zaman siz de oraya bakıverirsiniz hemen. Bu da, tıpkı çok çay içtikten sonra tuvalete gitmeniz gibi doğal bir süreçtir. Aristoteles tam olarak buradaki doğallığı kastediyor. Bu anlamda doğal olarak bilmek istiyorsunuz. Ve dikkat edecek olursak, bilinecek şeyin ortaya çıkması da zıtlıkların üzerinde bulunacağı bir nesneyi varsayıyor.

Hepimiz doğduğumuz andan itibaren dünyayı zihnimizde inşa ederiz. Bu şu demek, nesnelerin yahut olguların meydana gelişlerini sınıflandırırız ve kendimize onlara göre davranma prensipleri geliştiririz. Yani onları öngörmek isteriz. Bunu yaparken de karşılaştığımız ve içine doğduğumuz kültürden bağımsız davranmıyoruz elbette. Doğal olarak, yine Aristoteles'in terminolojisiyle konuşmak gerekirse, toplumsal bir varlığız. Bununla şunu kastediyor: Nasıl yine güzel bir kebabı götürdükten sonra tuvalete gidip rahatlıyorsanız ve bu doğal bir süreçse, bir kıza evlilik teklifi edecekken herhangi bir prensip yahut bir davranış usulü arıyorsunuz. Bunu elbette evlilik konseptinde anlamayın. Aristoteles burada şunu söylüyor; birtakım doğal ihtiyaçlarımız var, bunları giderme biçimlerimiz var, başka bir insanla muhatap olmanın da bunun gibi biçimleri var. Bu anlamda insan estetik bir varlık. Yalnız buradan kesinlikle güzelliği anlamamak gerekiyor, burada etik bir bağlamı kastediyorum. Toplumsallığın dışında aynı zamanda insan rasyonel de bir varlık. Bu şu demek: "Ben bunu neden yapıyorum" diye soran bir varlık. O yüzden Aristoteles ikinci cümle olarak "bilgi nedenlerin bilgisidir" diyor. Bunu hepimiz belirli derecelerde yapıyoruz. En genel konsepti aramak da elbette zihnin yine bir hastalığı olarak Aristoteles'te tarif edilir ve Aristoteles o yüzden der ki "Teoloji bilimlerin en tümelidir ve hiyerarşik olarak da en üstte, en tümel olandır". Aristoteles bu söylediğinde de bence haklıdır ki bu güne gelen en ikna edici ve en çok kişi tarafından benimsenen hayat açıklaması öncelikle bir yaşam sürecinin reel oluşu ön varsayımı, ardından da "tek Tanrı ve yaratılış" inancı manifestosunu dogma eden dinlerdir. Aristoteles şüphesiz burada bu anlamda bir tanrı ve dinden, dolayısıyla ilahiyattan bahsetmiyor. Lakin neyden bahsettiği şimdi buranın konusu değil. Özetlemek gerekirse şunu diyor; zihnimizin nedenleri sonuna kadar sormak gibi bir hastalığı vardır. Mesela çocuklar her boka neden neden diye sorar, onun gibi. Yaşantıda da eğer her şeye neden neden diye soracak olursan, bir şekilde kendini tek tanrılı dinlerin açıklamalarının içinde bulursun diyebilirim. Kant da bunu söylüyor ancak o çok önemli olarak şunu da diyor: "Zihnimiz bunu yapmadan duramıyor, bunlar zihnin sormadan edemediği ve tasarlamayıp kenara koyamadığı meselelerdir". Bunun üzerine şunu da ekliyor: "Ancak bu tarz bir salt akıl edimi meşru değildir. Paralojizmlere ve antinomilere sebep olur." Bununla kastettiği şu: Yani bir şekilde "ya ölünce nasıl hissedeceğim acaba" diye bir soru sormaya başlarsanız, en fazla siyah bir fon kağıdı hayal edersiniz. Yahut, bu dünyada nesneleri tecrübe edişlerinizin çeşitli türevleri olarak fenomenleri baştan kurgularsınız. Ama bir yandan da düşünmeden edemezsiniz, cazip gelir. Onu diyor işte kant.

Tam olarak bu söylediklerim bağlamında felsefe, yani ikinci anlamıyla, akademik olmayan, insanların genelini ilgilendiren felsefe, dinin alternatifidir. Çünkü insanın kendi aklını merkeze alarak, onun yöntemleriyle, kendi deneyimlerini işleyip, kendini dayanak göstererek bu bahsettiğim anlamda oluşu yahut dünyayı anlamlandırması işidir aslında felsefe. Din ise böyle değil, orada dogma olan bir öğreti vardır. Bu şu demek; "neden diye sorulmayacak" son dayanak noktası, kabul edilmesi gereken şey. Bu hiçbir şekilde felsefe harikadır falan demek değil elbette. Dogma sözcüğüne bu kadar negatif anlam yüklememek gerekir. Lakin bazı çok akıllı arkadaşlar gibi "ama kendi aklının doğruyu bulabileceği de felsefenin dogması değil mi" gibi şeyler sormazsanız sevinirim. Eğer çok istiyorsanız elbette bu soruya evet cevabı verilebilir. Ama o zaman dogma olmayan nedir diye sormak gerekir ki bu epey zor durumda bırakır. Bunun dışında felsefeli din olur mu diye de sorulabilir ki gördüğüm kadarıyla burası enteresan bir forum: öyle bir şey ne yazık ki olabilemiyor. Ancak şunu da söyleyelim, salt akıl yalnız felsefeye has bir şey değil. Bir dünya görüşü inşa etmek, bir görme biçimi diyelim, salt felsefenin de işi değildir. Ama hemen şunu da söyleyelim; rasyonellik iddiası taşıdığınız herhangi bir anda neden diye sorulmasına hazırsınız demektir bu. Ve ne yazık ki hiçbir şekilde bir dinde bu yoktur. Ancak şunu da söylemek gerekir; insan zaten rasyonel bir varlık değil ki insan kültürel bir varlıktır. Dolayısıyla çok kasmaya gerek yok takılın.
 
Üst