Blow-Up Analizi

Stayuzay

Karga
Blow-up filmi sadece başı ve sonuyla ne anlatmak istediğini bize söyleyebilen bir film. Filmin başında bir araçta ilerlemekte olan bir grup pandomimciyi görüyoruz. Bu yönetmenin bize göz kırpışıdır ve bu göz kırpış bize şunu söyler : Birazdan gerçekliğin ne olduğunu, gerçeğin varoluşunun mümkün olup olmadığını izleyeceksiniz. Bu çıkarım pandomim sanatının kendisinden geliyor. Gerçekte var olmayan bir duvara dokunan bu sanatçılar izleyicilerine bu duvarın varlığına inandırmaya çalışıyorlar. Yönetmende pandomimi bir duvarla değil bir perdeyle yapıyor. Beyaz perdeye yansıyan sonra ki sahnelerde yönetmen gerçeklik algımızı yeniden inşa ederek filmi izleyen izleyicinin zeminini hazırlıyor. Bu inşaatın tuğlaları ise 1960’lı yıllarda görülmesi pek de mümkün olmayan mor saçlı bir adamın yolda yürümesi, siyah görmeye alışık olduğumuz rahibelerin beyaz giyinmesi ve orada olamaması gereken bir İngiliz askeri.


Modern kapitalist toplumda değişen üretim biçimleri ve iş bölümü büyük bir etkiye sahip olmuştur. Ekonomik gelişme ve kentsel yaşam, toplumsal rollerin ve sorumlukların çoğalmasına ve beraberinde kimlik problemlerine neden olmuştur. Farklı sosyal rollere kendini adapte etmek zorunda kalan modern birey, toplumsal rolleri ve sorumlulukları arasında bölünmüş, bu durum bireyin iç gerilimler ve çatışmalar yaşamasına neden olmuştur. Film de modernizmin bu etkileri sıkça görülmektedir. Filmin kronolojisiyle gidecek olursak eğer, Thomas’ın bindiği arabadan, arabasında bulunan telefondan onun oldukça zengin olduğunu görebilmekteyiz, sahip olduğu statüyü korumalı, onun için prestij mücadelesi vermeli, lüks için olmasa bile gereğinden çok para kazanmak kapitalist sistemin bir mecburiyeti. Thomas bu parayı model fotoğrafçılığı yaparak kazanıyor ama asıl arzusunun şiddet temalı fotoğraflardan oluşan bir kitap çıkarmak olduğunu öğreniyoruz.


Kendi sanatını icra ederken parkta spontane fotoğraflar çekiyor. Fotoğrafını çektiği kadın fotoğrafları ondan almak istediğini çünkü ortaya çıkmaması gereken karmaşık bir ilişkisi olduğunu dile getiriyor. Bu aslında sadece bir tetikleyici. Thomas’ı sanatın kendini var etmek dışında topluma, bireye etkisi olabileceğini düşünmeye itiyor. Bu düşünce zaman içinde çığ gibi büyüyor ve Thomas’ı sanat sayesinde bir cinayeti engellediğine ikna etmeye başlıyor. Burada sanatın topluma etkisi irdeleniyor. Bu irdelemeyle birlikte yönetmen perde pandomimini yapmaya devam ediyor. Bir cinayet teşebbüsü gerçekten var mı? Varsa Thomas bunu engelledi mi? Bulduğu ceset gerçek mi? Ceseti gördüğünde yanında kamerasının olmaması ama aynı yere kamerayla gittiğinde cesetin olmaması yönetmenin gerçeğin her zaman muallak kalacağını söyleme biçimi. Gerçekliği net kanıtlarla sunamayız. Thomas’ın fotoğrafları da öyle. Fotoğraflarda silahlı adamı ve cesedi görmeden önce ressam arkadaşının dediği gibi: Önce anlamsız ama sonra bir anlam yüklüyorum. Thomas’ın yaptığı bu mu yoksa gerçekten bir teşebbüsü kayıt altına mı aldı?


Modernizmle birlikte kimlikte artık birey tarafından oluşturulmak zorundadır. Kimliği "inşa edilecek bir şey gibi değil, aranarak bulunabilecek bir şey" olarak algılamaya başlamışlardır. Bu yeni ama gittikçe artan bir hızla değişen dünyada, önemli kararlar bireyin kendisine bırakılmıştır. Thomas, kendi gerçekliğini etrafında ki insanlara kanıtlamaya çalışıyor ve bu süreçte yolu birkaç yere düşüyor. Bu gaye için gittiği konserde yine üste de tanımını yaptığım modernizim göndermesi var. Bireyler kendilerine bir kimlik bulmaya çalışıyorlar ve bu sebeple üstlerine uymayan kıyafetler giyiyorlar. Topluma uymak için popüler bir grubun konserine gitmek gerekiyorsa aradıkları kimliğin o grubu dinlemeyi seven kişi olduğunu düşünüp konsere gidiyorlar, ne müzik için, ne sanatçılar için. Sadece orada olmak gerektiği için. Buna konserde iki kişi hariç kimsenin dans etmeden ve sıkılarak o mekanda olmasından anlıyoruz. Ses sisteminde bir arıza çıktığında gitaristin düzeltmek için sanatını icra ettiği gitarını ses sistemine vurarak düzeltmeye çalışması ve gitarın kırılmasının umrunda olmaması da orada önemli olanın müzik olmadığını sadece orada olmanın getirdiği prestijin önemli olduğunu gösteriyor. Bu algıyı güçlendiren en önemli sahne ise kırılan gitarın seyircilere atılmasının arından birer zombi gibi duran dinleyicilerin onu almak için kapışması. Modernizmle birlikte kapitalizm soyut zevklerin yerini somut doyumlarla değiştiriyor. Thomas gitar parçasını alıp mekandan çıktıktan sonra onu yere atıyor çünkü bağlamın yitmesiyle gitar parçası da değerini yitiriyor. Thomas’ın sonraki durağında ise büyük ucuzluk yazan bir gazetenin üstünden uyuşturucu içen insanlarla da tüketim kültürü göndermesi yapılıyor.


Filmin en vurucu kısmı bence sonu. Thomas görünmeyen bir topla ve görünmeyen raketlerle tenis oynayan insanları izliyor. Görünmeyen kelimesinin burada ne kadar doğru bir kullanım olduğu şaibeli. Aslında var olan ama görünmeyen top ve raketlerden mi bahsediyorum yoksa hiç var olmamış olanlardan mı? Siz, size uygun olan olanı seçip onu yazmışım gibi okumaya devam edin çünkü asıl mevzu da bu zaten. Bir şeyin gerçek olup olmaması bizim tercihimiz. O topu çimlerden alıp sahaya atan Thomas’ın raketten çıkan sesleri duymaya başlaması gibi.
 
Üst